02 Haziran 2007

Taşındık

Ani bir kararla buradan taşınıp wordpress'e geçme kararı aldım. Nedenini ben de bilmiyorum ama oraya taşınınca blogumu daha istediğim gibi olduğunu düşünüyorum. RSS lerinizi ve bağlantılarınızı (eğer var ise tabii) http://silentsheadspace.wordpress.com a yönlendirirseniz teşekkür ederim. :)

03 Mayıs 2007

En Değerli Hexadecimal

09-F9-11-02-9D-74-E3-5B-D8-41-56-C5-63-56-88-C0

15 Nisan 2007

Daha iyi ATI Linux Sürücüleri İçin

ATI'nin Linux sürücüleri için yazdığım eleştri yazısı Phoronix'de yayınlandı. Yorumlar ve tartışmalar için forumlarında bir de başlık açmışlar.

Yazının kendisi ingilizce ve pek bir uzun olduğu için Türkçe'ye şimdilik çeviremiyorum. Blog artık tamamen Türkçe olduğu için de orjinalini buraya kopyalamıyorum ama; siz yine de buraya yorum bırakmak isterseniz, siz bilirsiniz.

Not: Elbette vaktim olursa yazıyı Türkçe'ye çeviririm ama önümüzdeki hafta yurtdışına gidiyorum, pek bir vakitsizim.

12 Mart 2007

"Diveristy is a good thing" vs. "Niye bu kadar çok linux var?"

Eğer linux dünyası ile ilgilenen bir son kullanıcı iseniz, ilk farkettiğiniz şeylerden biri dağıtım kavramıdır. Dağıtım kabaca, belli programlarla beraber paketlenen bir linux çekirdeğinden başka bir şey değildir esasında ama; bunlardan yüzlerce olması kafa karıştıran bir şeydir genelde son kullanıcı için.

Bu dağıtımlar nispeten kolay olanlardan (fedora, ubuntu gibi) deneyimsiz kullanıcı için oldukça zorlayıcı olanlara kadar (debian, gentoo) çok geniş bir skalada yer alırlar ve genelde aşağı yukarı aynı paketleri içerirler fakat; derinlerde bir yerlerde bu dağıtımlar bir şeyleri farklı yaparlar ve bunu genelde sadece masaüstünden bakan son kullanıcı görmez ya da göremez (zaten son kullanıcının bunu görememesi istenir, kendi huzuru için) ve ondan sonra işte tartışma başlar...

Genelde yeni bir linux meraklısı ya da linux'a yeni alışan bir sistem yöneticisi, kendi iş yerinde ya da masaüstünde kullanmak için bir dağıtım ister. Siz de bir şeyler önerirsiniz. Beğenmez, başka bir şeyler ister başka şeyler söylersiniz. Elinizdeki basit opsiyonlar bittiğinde (deneyimsiz pilotun kullanabileceği süpersonik jet yapmak her babayiğidin harcı değildir) debian, gentoo gibi şeylere yönelirsiniz ve sonunda karşıdan cevap gelir:

Neden bu kadar çok linux var? Bunlar neden birleşmiyorlar? Belli standartlar yok? Bak, Windows bir tane ve dünyayı sallamakla meşgul...
İnsanlara anlatmakta ne kadar zorlansam da, kazın ayağı pek öyle değil maalesef büyük bilgisayarlar dünyasında. Dünya üzerinde bağlandığınız sunucuların çok büyük kısmı Linux üzerinde çalışan apache sunuculardır. Dünyadaki süperbilgisayarların çoğu Linux kullanır. Bir çok ADSL modemde de Linux ya da BSD tabanlı gömülü sistemler vardır. Gerçekten...

Peki neden bu kadar çok linux var? Esasında hiç kimse dünyada en az yüz tane Linux dağıtımı olacak diye bir kural koymuyor. Bu çeşitlilik doğal bir ekosistemin ürünü. Burası bir canlılar ekosistemi. Her dağıtımın cinsi aynı: linux ama; türler farklı (Tam tersi de olabilir, üşendim şimdi biyolojik gruplandırma aramaya).

Linux ve onun üzerinde çalışan programların bir çoğu "özgür yazılım" dediğimiz, GNU/GPL lisansı ile lisanslanmış olan yazılımlardır. Bu yazılımları değiştirebilir, değiştirdiğiniz halini başka isimler ile dağıtabilrisiniz. Bu özgürlüğün ise kaçınılmaz bir sonucu vardır: çeşitlilik.

Çeşitliliğin getirdiği şeylerden biri de evrimdir. Linux dağıtımlarının hiç biri birbirinden tamamen bağımsız değildir. Bu aralar pek bir popüler olan ubuntu ailesi, esasında debian'ın son kullanıcıların daha kolay kullanabilmesi için evrimleştirilmesi ile oluşturulmuştur. Aynı şekilde Pardus'da yine aynı şekilde çok profesyonel bir dağıtım olan gentoo ve yine debian tabanlı olarak geliştirilmiştir ama;(*) Bir çok son kullanıcı ubuntu'nun debian, Pardus'un gentoo(*) köklerini görmez. Görmemesi de gerekir çünkü biz onların bilgisayarlarını kullanabilmelerini istiyoruz. Zorlanmalarını değil.

Aynı açıdan baktığım zaman şahsen ben, son kullanıcının kullanabileceği, her ayar için ayrı araçlar içeren, veya bazı yerlerinde çok fazla ayar var diye sadeleştirilmiş bir Linux dağıtımı kullanmaktan hazzetmediğim için debian kullanıyorum. Terminal ile gayet rahatım, hatta bir adım ileri gidip konfügrasyon dosyalarımı kendim yazmaktan haz alıyorum (bana istediğiniz sıfatı yakıştırmakta serbestsiniz). Siz debian ile ne kadar rahat değilseniz, ben de ubuntu da boğulabiliyorum örneğin. İşte bu yüzden bu kadar çok dağıtım, bu kadar çok program varyantı, bu kadar çeşit var. Burası bir "bazaar". İsteyen istediğini almakta serbest ve kimse kimseye neden diye sormuyor.

Peki siz pazarda bu kadar çok domatesçi varken ve bunun nedenini sormuyorken, neden bu kadar çok Linux var diyorsunuz? Burada herkes için bir şeyler var. Lütfen çekinmeyin, deneyin ve lütfen bize böyle şeyler yazdırmayın, üzülüyoruz.

Kıssadan hisse. Diversity is a good thing(TM).

(*): A. Murat Eren bu blog'a bıraktığı bir yorumda Pardus'un evrilmediğini aksine sıfırdan geliştirildiğini belirtmiş. Referans olması için yorumun tamamını bıraya kopyalıyorum:
Merhabalar,

Yazınıza Google Analytics kayıtları arasında gezerken rastladım. Okudum (elinize sağlık), ve bir şeyi düzeltmek istedim müsadenizle.

Pardus Gentoo tabanlı bir dağıtım değil.

Pardus ile Gentoo arasındaki tek ilişki, Pardus'un kendi ayakları üzerinde durmasını sağlayacak araçların ve uygulamaların Türkçe ile ilgili teknik problemlerinin düzeltilmesi ile ilgili geliştirme işleri esnasında, yani henüz ortada Pardus yokken geliştiricilerin Gentoo kullanıyor olması idi. Bir kısmı da zaten Debian, birisi de Mandrake kullanıyordu.

Pardus, -ön plana çıkarılması gereken bir özelliği olduğu için değil, sadece doğru bilgiyi iletmek adına belirtmek istiyorum ki-, hiç bir dağıtımın temel alınması ile oluşturulmuş bir dağıtım değil. "From scratch" tabir edilen yaklaşımla inşa edildiğinden bahsedebiliriz.
Kendisine gösterdiği ilgi için teşekkür eder, hatalı bilgilendirme için özür dilerim.

17 Aralık 2006

Blogger Beta'ya geçiş

Efenim, blogumuz blogger beta'ya taşınmıştır. Teması, kötü görünen linkleri vb şeyleri yarın bu saatlerde değiştirilmiş / düzeltilmiş olacaktır.

Görüşmek üzere.

18.12.2006 / Saat 09:00 itibari ile gelen güncelleme: Yeni temamıza geçtik, düzenimizi oturttuk yolumuza devam ediyoruz. Beğenmeniz dileği ile.

Pardus 2007'ye bir kala...

Her şey çok uzun zaman evvel başlamıştı. Çağlar (o zamanlar sıkı bir gentoo debian hayranı idi, şimdi benim sıkı debian hayranı olduğum gibi), UluDağ projesine geçmek istediğinden bahsetmişti ama; çok mümkün görünmüyordu. Derken rüyası gerçek oldu ve UluDağ projesinde çalışmaya başladığını öğrendim. O zamandan beri pek görüşemiyoruz (hiç bir zaman tembel biri değildi zaten :) ) ama; yaptıklarını elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum.

Daha sonraları bu insanların Pardus adında bir dağıtım çıkarmak için kolları sıvadıklarını duydum ve gidip sitelerinden o zaman ellerinde ne varsa (çalışan - alpha ya da çalışan - beta) indirdim, denedim. O zamanlar doğruyu söylemek gerekirse Müdür ve Pisi tam olgunlaşmadığı için çok farklı bir dağıtım değildi. Hatırladığım kadarı ile sadece Kaptan ve Tasma'nın bir kısmı bitmiş, Çalışan'a entegre edilmişti.

Daha sonra büyük bir sevinç gösterisi eşliğinde Kurulan 1.0 çıktı (Çağlar'a bir tebrik maili atmıştım ama görecek vaktinin olduğunu sanmıyorum o zamanlar :) ). Doğruyu söylemek gerekirse, 1.0 ile pek ilgilenecek vaktim olmadı çünkü; bitirmem gereken bir proje (T-Storm'un ilk Java hali, SHZ), 7 tane ders, alışmam gereken bir işletim sistemi ve daha bir çok şey vardı ve dediğim gibi çıktı; sevenleri ve sevmeyenleri oldu. Ben sempati beslememe rağmen deneyememiştim.

Zaman geçti aradan... OsNews'da bir haber çıktı. Adı sanırsam "Speeding up Linux: On..." olarak çıkmıştı live bookmarkta. Tıkladım, sayfa geldi: "Speeding up Linux: One Step Further with Pardus". Şaşırdım, sevindim, kafam karıştı. Müdür, sysInitV ye ciddi bir alternatif olarak incelenmiş ve bir çok görüş toplamıştı. Bunların bir kısmının olumlu bir kısmının da olumsuz olması daha güzeldi çünkü bu bir gerçek tartışma demekti...

Bir çok insan verimin bu kadar nasıl arttığına hayret etmesinin yanında bir çok insanın da init için gereksinimlerin artmasından hoşnut olmadığı kesindi. Bu haberin bende yarattığı etki ise bundan tamamen farklıydı: Pardus ölü doğmamıştı; gürültü koparıyordu ve bu gerçekten gurur vericiydi. Sanki kendi projemmiş gibi sevindim.

Daha sonra, Fazlamesai.net te yurt dışından bir insanın Pardus hakkındaki görüşlerini içeren bir yazı linki belirdi. Bu yazı da doğruyu söylemek gerekirse oldukça olumluydu ve yazının çıktığı zamanlarda ben Tunus'taki eğitimde sunmak için slaylarımı hazırlıyordum. Oraya bir laptop ile gidecektim ve çalıştıktan sonra istediğimi yapmakta serbesttim... O anda fikir belirdi. "Madem herkes deniyor, ben neden sunuma giderken Pardus kurmuyorum?" Son gece bir elimde laptop, diğer elimde Pardus, kuruluma giriştim. Sistem oldukça yavaş kuruluyordu (sonra sabit diskin bozuk olduğu ortaya çıktı, neyse) ama kuruluyordu işte.

Sistem kuruldu, aynen o yazıda dendiği gibi oldukça aheste biçimde boot oldu ve sisteme giriş yaptım. Kaptan ile masaüstümü düzenleyip Tasma'dan ayarlarımı yaptım. Yatmadan evvel şeytan dürttü, composition'ı açtım KDE masaüstünde. Gayet güzel çalıştı, zorlanmadan. Masaüstümü istediğim şekle soktuktan sonra, sistemi reboot ettim (Pardus, KDE'nin bütün "session management" özelliklerini göstermediği için masaüstünü otomatik olarak saklıyor, sonraki açılışta hepsi geri geliyor).

Ve evet, o kısıtlı dizüstü bilgisayar (Pentium-M 1.6 GHz, 256MB RAM, i910 VGA) 40 sn içerisinde açıldı, sisteme giriş yapıp herşeyin açılması ile 70-80 sn içinde bütün her şey tamamlandı. Bu hız benim masaüstü bilgisayarımdaki (A64 3700+, 2GB RAM, X1600 Pro VGA) sistemim ile neredeyse aynı hız demekti. Pardus çok daha az servis ile çalışıyordu ama; Yine de öyle bir sistem için gerçekten seriydi. Kısaca Müdür, gerçekten açılışı hızlandırmayı başarmıştı. Kpowersave; Hibernate, Suspend to RAM ve CPU throttling yapmak konusunda hiç korkmadı.

Sonuç olarak, ben Pardus üzerinde hiç bir ince ayar yapmadan her şeyimi kullanmaya başlayabilmiştim. Sistem stabildi, seriydi. İnsanların dediğinin aksine Beta 1 de dahi hiç bir program patır kütür çökmüyordu.
Tunus'ta Pardus ile sunumumu yaptım, sistemi Beta2 ye güncelledim. Ufak tefek olan sorunlar da ortadan kaybolmuştu ve ben hiçbir endişe ya da engelle karşılaşmadan laptopumu kullanabildim.

Evet. Bugün 17 Aralık. Yarın Pardus 1.1 resmen çıkıyor. Eminim ki ATA ve Sait Faik üzerine bir çok güncelleme, düzeltme ve yerelleştirme yapıldı ve bu gerçekten başarılı ve stabil dağıtım bir adım daha ileri götürüldü. Emeği geçen herkese tebrikler. Her yeni sürümde böyle heyecanlanmak dileği ile.

Böyle bir şeyin ortaya çıkmasında gösterdiğiniz emek için hepinize teşekkürler.

Edit: caglar10ur'u bugün gördükten sonra blog adresimi vermiştim, commentlerde hafızamın yanıldığı (kusura bakma =) ) bir noktayı düzeltmiş, ben de bu düzeltmeyi yazıya taşıdım.

16 Ekim 2006

informaphobia

Amerika'ya yapılan 11 Eylül saldırıları ve İngiltere'de metroya düzenlenen saldırı sonucunda dünyanın batı tarafı terör ile tanıştı. Bunun sonucunda devletler kendilerine göre önlemler almakta gecikmediler. İngiltere neredeyse her kavşağa ve otopark girişine üzerinde hoparlör ve mikrofon olan kameralar yerleştirdi. Amerika ise tam anlamı ile paranoyak bir ülke haline geldi.

Haber ise şöyle: seattle911 sitesi, Seattle İtfaiyesi'ne yapılan yangın aramalarını sitenin RSS feedlerinden çekerek google maps üzerinde göstermek gibi bir hizmet sunmaya başlayınca 911 yetkilileri RSS feedleri kapatma kararı almışlar. Nedeni ise, nasıl denir, trajikomik. 911'den yapılan açıklamaya göre; "bu tarz bir kullanım ile yangın ekiplerinin nerede olduğu bilinebilir ve yangın ekiplerinin o anda kısa sürede müdahele edemeyeceği yerlere terör saldırısı düzenlenebilir." ama; durum bu kadarla bitmiyor. İşi trajikomikleştiren şey itfiayenin kendi sitesinden bu bilgileri vermeye (belli aralıklarla güncellenen bir jpg olarak) devam ediyor.

Eğer bilgi bu kadar gizli ve tehlikeli ise neden RSS feed olarak yayınlandı. Madem hatanın farkına varıldı? Bilgi neden hala düzenli olarak yayınlanıyor? Madem bilgi gizli değil, o zaman neden RSS feedlerini kaldırıyorsunuz.

Amerika'nın kendi toplumu üzerinde baskı kurması, ya da toplumsal paranoyaklık böyle bir şey olsa gerek...

28 Eylül 2006

Son kullanıcı neden program yazmayı bıraktı?

Son ama hatırlamadığım zamanda slashdot'ta bir haber okudum: "Why Johnny can't code?" Son kullanıcı ve çocukların neden program yazmadığını, yazamadığını ve neden yazmak istemediğini araştıran bir gazete haberine gidiyordu link. Hatırladığım kadarı ile konu oyunlara, tüketim toplumuna bağlanmıştı. Bu konu üzerine ben de bir şeyler yazmak istedim.

Program yazmak, üretmek bilgisayarı öğrenmenin en kolay ve güzel yoludur bana göre. Bir otomatik saatin işleyişini görmek gibidir. Neyin neyi tetiklediğini seyredebilir, x'e 5 vermenin 4 vermekle farkını anlayabilirsiniz. Hatta bu bir birimlik değişikliğin cennet ile cehennem arasındaki çizgiyle haşır neşir edebileceğini de...

Peki, neden eskiden çocuklar, büyükler program yazarken artık bu işlerle pek ilgilenmiyorlar. Bunun esasında bir çok nedeni var ama; bunlar arasındaki bir nedenin yeri bunlardan fazla. Bu yazıda bu noktalara değinmeye çalışacağım.

1- Toplumun tüketime kayması: Bilgisayarlarda program yazılmamasının en yüzeysel sebeplerinden biri budur. Toplumda üreten bir hizmet sektörü vardır. Size programlar, aparatlar, işletim sistemleri, hizmetler üretir / sunar; sizi rahat ettirirler. Bir tanıdığımın ettiği bir laf vardı: "Eğer bir şeye ihtiyacın varsa ve bu şey yeterince primitif ise mutlaka biri senden önce yazmıştır." Bu düşünce yapısına sahip bir toplum oluştuğu zaman zaten otomatik olarak programcıların sayısının düşmesi kaçınılmaz bir hal alıyor, zaten almış vaziyette. Böyle düşünen bir toplumun bir kısmı üretmeyi sevmediği için (evet, bu da bir haktır, sadece tüketmek) ya da üretimin verdiği hazzı henüz tatmadığı için hazır paketlere yönelirler ve poşet çay programlarına bile para verebilirler (ya da bedava alternatifleri kullanırlar).

2- Oyunlar, sosyal hayatın ve trendlerin değişmesi: Eski zamanlarda çocuklar ve gençler arasında popüler olan şey program yazmak, demo yazmak gibi hobilerdi. Oyun oynamak bu kadar popüler olmasa bile yine vardı. İnternet, MMORPG, MSN Messenger gibi şeyler icad edilmemiş olduğundan dolayı, insanlar bilgisayarın başına çoğul olarak oturur; oyun oynar ya da yazdıkları programları yarıştırırlardı. Eskiden "demoscene" denilen şeyler prestij ifade ederdi, yer altı gruplar olarak anılmazlardı. Teknolojinin primitif olmasının da yan etkisi olan bu durum; bu teknolojiyi kullanmak isteyen herkese onu iyi bilmeyi şart koşardı. Bu nedenlerden dolayı BBS lerden Hüseyin Uslu'nun telefon rehberlerini başka birinin yazdığı telnet prprogramını çeker, kullanırken heyecanlanır, içine bakıp; adam yapmış derdik. Herkes az çok neyin ne anlama geldiğini bilirdi.

Bugüne geldiğimizde ise o zamanlarda hayal edemediğimiz hızların alınabilir fiyatlarda (kota ve ucuzluğu karıştırmayın, yarama basmayın) olduğunu, laptopların cep telefonları gibi satıldığını, insanların sabahtan akşama kadar World of Warcraft oynadığını hatta orada evlendiğini, akradaş çevresi edindiğini, sözlükten tanışıp komün olduklarını görüyoruz. HP bile reklamlarını yapıyor. "Computer is personal again". Bugünlerde topluluklar internet üzerinden kuruluyor, dersler evden yapılıyor, programlar intenetten servis olarak kullanılıyor ve bu bilgi denizinde insanlar herşeyi bulabildiği için şunu yapsak nasıl olur pek demiyorlar.

3- Programlanabilirliğin bir özellik olmaktan çıkışı: Bu yazıyı okuyan sizin hala çalışan bir Amiga'sı, Commodore'u var mı? Ya da onlarla hiç tanıştınız mı? Datasette kullanıp kafa ayarı yaptınız mı? Ferhat'tan ya da Mikromedya'dan disket, kaset çektirdiniz mi? Hala pinball fantasies oyununu özlüyor musunuz? Bu terimlere aşina olan okuyucular o zaman bilgisayarların "programlanabilir kişisel bilgisayar" ve "kendi programlarınızı da yazabileceğiniz oyun, eğlence ve iş makineleri" olarak lanse edildiğini hatırlayacaklardır. Commodore kitabındaki ilk bölümün basic'e giriş olmasını da...

Bilgisayarın emekleme dönemlerini yaşadığı o zamanlarda insanların bilgisayarlarına program yazabilir olması büyük bir gelişmeydi ve bu insanlara pazarlanıyordu. O zamanlar bir bilgisayarın hızından ve özelliklerinden öte; desteklediği / kullandığı programlama dili dahi piyasa payını belirleyebilmekteydi. PC'nin gelişi ve DOS bunu çok değiştirmemiş olsa bile; Windows'un gelmesi ile bu özellik yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştı ama; PC demoscene daha henüz yeni doğuyordu.

4- İşletim sistemlerinin karmaşıklaşması ve programlanabilirliğin saklanması: ve sonunda olan olmuştu. Microsoft'un her eve bir bilgisayar vizyonu çerçevesinde kolay kullanılabilir, insanların kafasını karıştırmayan işletim sistemleri üretilmeye başlandı. Önceleri bazı işlerin daha kolay hale getirilmesi için yazılmış olan windows shell, zamanla bilgisayarın ana kabuğu olmaya başlamış, MacOS'u tarihe gömmek için her sene çıkartılmak için uğraşılmış olan her cici windows DOS ve DOS prompt'u daha gerilere atmıştı. Windows 2000 ile Microsoft zafer ilan etti. Windows artık DOS tabanlı bir işletim sistemi değildir. Böylece DOS tarihe gömülmüş, kara ekran sadece emüle edilen ve "öcü" bir yer ilan edilmişti. Böylece basit programların çalışabileceği alan lanetlenmiş ve programlama öğrenmek isteyenlere başka yollar görünmüştü.

Windows üzerinde yazdığınız programın görünebilmesi için bir pencereye sahip olması şart hale gelmişti artık. Peki bunu nasıl yapacaktık? Fortran, Pascal ile bu imkansızdı fakat; C++ ve win32 API ile bu gayet mümkündü. İşin kötüsü ise bu durumun göründüğü kadar iç açıcı olmadığı idi. Win32API; güç ve kullanılabilirlik dengesini kaçırmış, anlamsız derecede zorlaştırılmış bir yapı olup çıkmıştı. Bunun iki sebebinden biri çok büyük bir hızla geliştirilip hiç ama hiç son kullanıcının düşünülmemiş olmasıydı. Diğeri ise son kullanıcıyı kuvvetli dillerden soğutup iş ortaklarına para kazandırmaktı. Çünkü Windows aynı zamanda ticari bir platformdu ve iki tarafa da para kazandırmalıydı. Microsoft ayrıca herkesi kendi platformuna bağlayabilmek için visual dil ailesini çıkardı ve böylece tüketicilerin yazdığı programların kendi platformuna bağımlı olmasını sağladı.

Sonuç olarak, daha önceleri bir özellik olarak lanse edilen ve sonra diğerlerine "güzel" para kazandırdığı için kullanıcıdan soyutlanan programlanabilme özelliği nedeni ile son kullanıcı program yazmayı bırakmak yerine, program yazmayı unuttu. Bunu unutmayan, merak eden insanlar için ise genel geçer dillerin işletim sistemi ile olan interface'leri son derece zorlaştırılarak daha basit ve high level diller üretildi (VC++, C#, J# vb. Microsoft dilleri). Daha önceki zamanlarda Sun ise tamamen farklı bir felsefe ile (Bir kere yaz her yerde kullan) Java'nın temelini attı. (.NET ailesi aynı zamanda Microsoft'un java'ya açtığı ve başka bir sürü amaç içeren , ki bunlar başka yazıların konularıdır). Sonuç olarak son kullanıcı high-level ve yavaş programlama dillerinde kendi egolarını tatmin ediyorlar. (Biliyorum, java ve .NET çok gelişmiş sistemler, yapılar vs. ama; ben aynı kodu da C++ ve WxWidgets ile yazabilir bu programları toza boğabilirim). Bu ekolün karşısında ise şu anda yavaş ama kararlı şekilde kök salan GNU/Linux durmakta ve bilgisayar meraklısı bir çok insan bu işletim sistemini windows'un yanına ikinci ya da birinci işletim sistemi olarak kurmakta, kullanmakta ve isteyenler çok rahat şekilde büyük / küçük programlar yazabilmekte. Şimdi sorun, daha sonraki nesillere bu işletim sistemlerini ve üretmenin zevkini tattırabilmekte...